19 Eylül 2007 Çarşamba

retina da ki tasarım

RETİNA BİR TASARIM ÖRNEĞİDİR

Değerli arkadaşlar,bugün bilimsel olarak size gözümüzde görmede cok önemli bir fonksiyon üstlenmiş, retina(fotoreseptör) tabakasını anlatmaya çalışıcam.ve retina tabakasının ne kadar komplex bir tasarım olduğuna bir kez daha şahitlik edicez.

İlk önce retina’nın tanımıyla başlayalım arkadaşlar;

Retina;retina gözümüzün arka duvarında yerleştirilmiş,fotoreseptör bir hücre olan ve içinde renge ve boyutlara karsı algılama hücreleri bulunan,gözde görmenin başladığı organel olarak tanımlamamız gereklidir.

Değerli arkadaşlar,diyelim ki bir öğlen vakti birini görüceksiniz,yeni göreceğiniz bir insan boyutu yada algılama mekanizması,göze yeni bir olusum potansiyeli getirecektir.yeni arkadaşınızı ilk gördüğünüz anda, saniyede 10 trilyon foton (ışık parçacığı) geçecek şekilde gözbebeğine varır. Işık önce bu merceğin daha sonra da göz yuvalarını dolduran sıvının içinden geçer ve retinanın üzerine düşer.

Dışarıdaki cisimlere göre, retinanın farklı noktalarına farklı ışık demetleri düşer. Örneğimizdeki kişinin arkadaşını gördüğü anı düşünelim.

Arkadaşının yüzündeki bazı noktalar, örneğin kaşları koyu renklidir ve retinanın üzerindeki bazı hücrelere çok zayıf bir ışık düşmesine neden olur. Bu hücrelerin yanında bulunan diğer bir grup hücre ise, arkadaşının alnından gelen ışıkla muhatap olur, yani daha fazla ışık alır. Arkadaşının tüm yüz hatları, etraftaki diğer detaylar dahil, bu şekilde retinanın farklı hücre gruplarına farklı ışıklar düşürür.

Yani retinaya gelen her boyutsal fotonlar,retinanın içinde farklı bir protein tabakasına saniyelik yada anlık hiç yanılmayan hızlarla varırlar.ve önemli derecede olacak şekilde arkadasının boyutsal olarak fotoğraf mekanizmasında fotoğrafı çizilir.

Görsel algı sıklıkla kameranın çalışması ile karşılaştırılır. Kameranın lensi gibi gözün lenside görüntüyü retine üzerine odaklar. Fakat bu benzetme kısa sürede bozulmuşur, çünkü biz dünyayı 3 boyutlu görürüz, diğer benzetmeler 2 boyut üzerinden yapılır. Ayrıca bu benzetme görsel sistemin bilişsel fonksiyonunuda yansıtmaz.

Biz hareket ettiğimizde yada aydınlanma belirsizliklerinde retinaya projekte olan imajın parlaklığı, şekli, boyutları değişir. Fakat biz çoğunlukla bunu baktığımız nesnede bir değişiklik olarak algılamayız. Bir arkadaşımız bize doğru yürüken, yakınlaştığını hissederiz, onun giderek büyğdüğünü düşünmeyiz oysa retinadaki görüntü giderek büyür. Aydınlık veya loş ortamlarda göze ulaşan ışığın yoğunluğu yüzlerce kez azalır. Buna rağmen renkler aynı olarak algılanır. Görsel system görüntüyü kamera gibi pasif olarak kaydetmez. Bunun yerine, görsel sistem 3 boyutlu dünyanın sabit bir yorumu ile birlikte görüntüyü retina üzerinde geçici ışık paternlerine çevirir.

Peki retinanın üzerine düşen bu ışıklar ne gibi bir etki oluşturur?

Bu sorunun cevabı gerçekten çok karmaşıktır ve anlaşılması da biraz zordur. Ama gözdeki olağanüstü tasarımı inceleyebilmek için, bu cevabı ana hatlarıyla incelemek yerinde olacaktır.

Fotonlar retinadaki hücrelere çarptıklarında, adeta birbiri ardına ustaca dizilmiş domino taşlarını harekete geçirir. Bu durum çeşitli proteinlerin şekil değiştirmesine ve aralarında bazı birleşmelerin olmasına sebebiyet verir. Pek çok kimyasal reaksiyon zincirinin ardından, görme olayının son aşamasında gerçekleşen bazı işlemler neticesinde "elektrik uyarıları' oluşur. Sinirler bunları beyne aktarır ve orada da "görme" dediğimiz işlem yaşanır.

Kısacası tek bir foton, retinadaki hücrelerin tek birisine çarpmış ve birbirini izleyen zincirleme reaksiyonlar sayesinde hücrenin bir elektrik uyarısı üretmesini sağlamıştır. Bu uyarı, fotonun enerjisine göre değişir, böylece bizim "güçlü ışık", "zayıf ışık" dediğimiz kavramlar oluşur. İşin en ilginç yanlarından birisi, üstte anlattığımız tüm bu karmaşık reaksiyonların, saniyenin en fazla binde biri kadarlık kısa bir sürede olup bitmesidir.

Burada kısaca özetlediğimiz bu görme işleminin aslında çok daha karmaşık detayları vardır. Ancak bu kabataslak özet bile, ne kadar muhteşem bir sistemle karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yeter. Gözün içinde öylesine karmaşık, öylesine iyi hesaplanmış bir sistem vardır ki, gözün içindeki kimyasal reaksiyonlar, Guinness Rekorlar Kitabı'na geçmiş olan ünlü domino taşları gösterilerini hatırlatır. Bu gösterilerde onbinlerce domino taşı, bir sonrakini devirecek biçimde dizilmekte ve sonra da sadece ilk taşın düşürülmesiyle tüm sistem harekete geçmektedir. Domino taşlarından oluşan zincirin bazı noktalarına ilginç düzenekler kurulmakta; örneğin bir taşın düşmesi küçük bir vinci harekete geçirmekte, vinç, uzağa taşıdığı tek bir domino taşını tam gerekli noktaya koyup düşürerek yeni bir zincirleme düşüş başlatmaktadır.

Elbette böyle bir domino gösterisi izleyen bir insan, tüm bu taşların ve düzeneklerin, bulundukları yere, rüzgarla, selle ya da yer sarsıntısıyla "tesadüfen" geldiklerini düşünmez. Her taşın büyük bir dikkat ve bilinçle yerine yerleştirilirdiği açıktır. İnsan gözündeki zincirleme reaksiyon da, "tesadüf" kelimesini akla getirmenin bile saçma olduğunu gösterir. Sistem çok farklı parçaların çok hassas dengelerle bir araya gelmesiyle oluşmuştur ve açık bir "tasarım"ın göstergesidir. Göz, kusursuzca yaratmada hiçbir ortağı olmayan, üstün güç sahibi olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Ünlü biyokimyacı Michael Behe Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabında gözün kimyası ve evrim teorisi hakkında şu yorumu yapmaktadır:

Darwin'in 19. yüzyılda açıklayamadığı görme olayı ve gözün anatomik yapısı, gerçekten de hiçbir evrimci mantıkla açıklayamaz. Evrim teorisinin öne sürdüğü açıklamalar o kadar basittir ki, gözde yaşanan ve kağıda dökülmesi bile zor olan inanılmaz derecedeki karmaşık işlemleri asla açıklayamaz.

Evet arkadaslar,retina olağanüstü bir tasarım harikasıdır.bununla birlikte retina rabakası için şunları söyleyebiliriz.

Fotoğraf makinelerinde bir imajın görüntüsü kaydedildikten sonra film bir sonraki kareye geçer. Buna karşın üzerine her an farklı bir görüntü düşen retinanın değiştirilmesine gerek yoktur çünkü kendi kendini yeniler. İnsanın yaşamı boyunca oluşan, sayılamayacak kadar farklı imajı, eskimeden ve bozulmadan görüntüler, üstelik bir ömür boyu kullanılır.

Retinanın yapısı ise oldukça ilginçtir. Retinadaki hücreler üstüste yerleşerek son derece ince, 11 ayrı tabaka oluştururlar. Görüntünün düştüğü nokta 9. kattadır. Bu noktanın çapı yaklaşık 1 milimetredir. İnsan bir bakışta kilometrelerce karelik alanı bu nokta üzerinde görür. İnsanın bütün dünyasının bu küçücük alan üzerinde oluştuğu, bugüne kadar gördüğü herşeyin varlığının bu küçük alan sayesinde algılandığı ve bu noktanın da sonuçta çok küçük bir et parçası olduğu gerçeği hiç unutulmamalıdır.

evet arkaşlar,görüldüğü gibi retina cok komplex bir protein tabakasıdır.bu inkar edilimez bir tasarım örneği,hiçbir evrimci tarafından açıklanamaz.ve retinanın bir tasarım örneği olmadığını söylemek ancak bir deli saçmasından ibarettir.

Devam etmek gerekirse;şöyle düşünelim arkadaslar;

Etrafınızdaki şeylere dikkatli bir şekilde bakın. Neler görüyorsunuz? Masa, sandalyeler, pencerenizden gözüken ağaçlar, gökyüzü, evinizin duvarları, çevrenizdeki insanların yüzleri, yediğiniz meyveler, şu anda okuduğunuz kitap... Bunların hepsi ayrı birer renge sahiptir. Bütün bu renklerin neye göre belirlendiğini, nasıl düzenlendiğini ve nasıl oluştuğunu hiç düşünmüş müydünüz?

Canlı yaşamında son derece önemli bir rolü olan renklerin oluşması için neler gereklidir genel olarak inceleyelim. (Bu maddeler daha sonra detaylı olarak ele alınacaktır.) Tek bir rengin, örneğin sadece kırmızının ya da sadece yeşilin oluşması için aşağıda maddelendirilmiş olan işlemlerin her birinin bu sıralamaya göre gerçekleşmesi gerekmektedir.

1-Rengin oluşması için gerekli olan ilk koşul ışığın varlığıdır. Bu nedenle öncelikle güneşten gelen ışınların nasıl bir özelliğe sahip olması gerektiğini inceleyerek başlamakta fayda vardır. Renklerin oluşabilmesi için güneşten yeryüzüne gelen ışığın, renkleri meydana getirebilecek şekilde, belirli bir dalga boyuna sahip olması gerekmektedir. Güneşin yaydığı bütün ışınların içinden sadece "görünür ışık" olarak adlandırılan bu ışığın yeryüzüne gelme ihtimali 1025'te bir ihtimaldir. Bu inanılması güç ihtimal gerçekleşir ve renklerin oluşması için gerekli olan ışınlar güneşten dünyaya ulaşır.

2-Güneşten gelip uzaya yayılan ışık gerçekte göze zarar verecek özelliklere sahiptir. Bu yüzden dünyaya ulaşan ışığın gözün rahatlıkla algılayabileceği ve zarar vermeyeceği duruma gelmesi gereklidir. Bunun için ışınların bir süzgeçten geçmesi gereklidir. Bu dev süzgeç dünyayı çevreleyen "atmosfer"dir.

3-Atmosferden geçen ışık yeryüzüne dağılır ve rastladığı maddelerin hepsine çarparak yansır. Işığın çarptığı maddelerin, ışığı yutmayıp yansıtacak özelliklerde olması gereklidir. Görüldüğü gibi maddelerin yapısal özelliğinin de yeryüzüne ulaşan bu ışıkla renkleri oluşturacak şekilde uyumlu olması gereklidir. Bu şart da gerçekleşir ve güneşten gelen ışığın çarptığı maddelerden kolaylıkla yeni bir ışık dalgası yayılır.

4-Renklerin oluşumundaki diğer bir aşama da ışık dalgalarını algılayabilecek bir algılayıcıya, yani göze ihtiyaç olmasıdır. Işık dalgalarının görme organlarıyla da uyum içinde olması zorunludur.

5-Güneşten gelen ışınlar gözümüzün tabakalarından geçip retina bölgesinde elektrik sinyaline dönüştürülmelidir. Daha sonra bu elektrik sinyalleri insan beyninde görüntüyü algılamakla sorumlu olan görüntü merkezine ulaştırılmalıdır.

6-Bizim herhangi bir rengi gördüğümüzü ifade edebilmemiz için gerçekleşmesi gereken son bir aşama daha vardır. Renklerin oluşmasındaki son aşama görme merkezine gelen elektrik sinyallerinin, burada bulunan sinir hücreleri tarafından "renk" olarak algılanabilmesidir.

Görüldüğü gibi tek bir rengin oluşması için oldukça detaylı ve birbirine bağlı bir sıralama izleyen işlemler gereklidir.

Renkle ilgili olarak edinilen tüm bilgiler rengin meydana gelmesi sırasında oluşan her işlemin çok hassas dengeler üzerine kurulmuş olduğunu gösterir. Bu hassas dengeler olmadığı takdirde renkli bir dünya yerine bulanık ve karanlık bir dünya içinde kalmamız hatta görme yeteneğimizi kaybetmemiz kaçınılmazdır. Yukarıda sayılan maddelerden sadece retina bölgesindeki elektrik sinyallerini algılayacak olan hücrelerin bulunmadığını düşünelim. Ne gelen güneş ışığının yeterli özelliklere sahip olması, ne gözün diğer parçalarının tam olması, ne de atmosferin varlığı yeterli olmayacaktır.

İşte insan beynini hayretler içerisinde bırakan bu görme olayında ki görevsel hız limiti,hiç şaşmadan bizim anlayamayacağımız şekilde işler.ve bize sadece sonuç olan görme işlemini gösterir.bu kadar komplex bir organın yaratıcısı yokmudur sizce de?

Retinayı daha yakından inceleyerek biraz daha detaya inelim. Retinada görev alan "rodopsin" adlı pigment maddesinin olmadığını varsayalım. Rodopsin yoğun ışıkta özelliğini yitiren, karanlıkta tekrar oluşan bir maddedir. Gözde yeteri kadar rodopsin oluşana kadar göz karanlıkta net göremez. Rodopsinin özelliği ışıktan alınan verimin yükseltilmesidir.

Bu madde tam gerektiği anda ihtiyaç duyduğu kadar üretilir. Rodopsin dengesi kurulduğunda ise şekiller belirginleşmeye başlar. Görme işleminde son derece önemli bir madde olan rodopsin olmasaydı ne olurdu? Bu durumda insan yalnızca aydınlıkta gören bir canlı olurdu. Görüldüğü gibi gözde en ince detayına kadar düşünülmüş kusursuz bir sistem vardır.

Peki bizi karanlıklardan kurtarıp, bize renkli bir dünya sunan bu sistem kimin eseridir?

Buraya kadar sıraladığımız her aşama bir akıl, irade ve güç gerektiren işlemlerdir. Böyle bir sıralamanın ve uyumun tesadüfen oluşma ihtimalinin olmadığı ise çok açık bir gerçektir. Böyle bir sistemin zaman içinde oluşması da imkansızdır. Bu işlemlerin tesadüfen oluşması için milyonlarca hatta milyarlarca yıl beklense de sonuç hiçbir şekilde değişmeyecektir. Bekleyerek ya da tesadüflerle renkli bir dünyayı oluşturacak sistemler asla oluşamaz. Bu mükemmel sistem ancak özel bir tasarımın sonucunda ortaya çıkabilir ki bunun anlamı da yaratılmış olduğudur.

Hiç yorum yok: