19 Eylül 2007 Çarşamba

Darwinizmi kurtarmak adına

Darvinizmi kurtarmak adına evrimi genetik moleküler biyolojiye uyarlamaya çalışılıyorlar habire. Bilindiği gibi fosiller sedimant(çökelen tortular) tabakalar içinde meydana geliyor.. Nasıl mı? Çökelen tortular kaya şeklinde sertleşirken bir yandan da canlı artıklar basıncın etkisiyle ister istemez preslenerek kaya parçası haline geliyorlar. İşte bu kalıntılara fosil denir bu yüzden. Günümüzde kullanılan radiometrik metoddan hareketle bilim adamları yeryüzünün yaşını dört buçuk milyar yıl olarak hesaplamışlar.. Bu hesaplamalar ışığın da fosil ihtiva eden tortul tipleri tahmin edilen zaman dilimleri içerisinde jeolojik sütun olarak tasnifleniyor ve evrimciler bu sınıflamadan hareketle yeryüzünde ilk evvela omurgasızların görüldüğünü, akabinde bunları balıklar, kurbağalar, sürüngeler derken memelilerin takip ederek dönüşüm yaşandığını, böylece canlılığın jeolojik aşamaları bu şekilde sıralandığı tarzında fikir serd ederler..


Yaratılış fikrini ortaya koyanlarda yeryüzündeki jeolojik hadiselerin uzun zaman diliminde gerçekleştiğini kabül etmekle beraber canlı türlerin değişik zamanlarda çıkarak türden türe dönüşmediğini ve her türün kendi cinsinden bir anda ortaya çıktığını ifadelendirerek yaratılış gerçeğini savunurlar. Bütün bu tartışmalardan objektif olarak meseleye bakıldığında sözkonusu tasnif sıralamasında yer alan prekambiyon kayaçları arasında şimdiye kadar çok hücreli fosile rastlanılmaması evrimcilerin görüşlerini çürütüp, yaratılış fikrini daha çok güçlü kılıyor.. Öyle ya; şayet prekambiyon devrinde fosil mevcut değilse kambriyon faunasının evrim geçirmediği bariz bir şekilde ortaya çıkmış olmaz mı? İnanılır gibi değil, üstelik fosilleşmiş hiçbir geçiş formu da olmadığı halde evrimciler bu tür yorumlara tevessül edebiliyorlar.. Nedir bu telaş, yangından mal kaçırırcasına neyi ispatlamaya çalışılıyorlar anlamış değiliz. Bırakın Darvin teorisiyle kalsın, yeter ki bilimin önü tıkanmasın.


Çok hücreli canlılar özellikle hücrelerinin farklı olmasıyla göze çarparlar.. Mesela karaciğer, deri, kemik ve göz birbirlerinden çok sayıda özellikleri ile ayrılmaktadırlar.. Bu farklılıkların nedeni protein sentezinin son derece karışık düzeninde aranmalıdır. Canlının gelişmesi sırasında ortaya çıkan farklılaşma bazı hücrelerin belirli fonksiyonları için özelleşmelerine yol açar. Hücre içinde bulunan birçok yapının neden yapılmış oldukları konusunda bilgiye sahip olabilmek için hücreyi oluşturan elemanların herbirini ayırtabilecek


izolasyon çalışmalarına başvurmak gerekir. Bugün gelinen noktada hücre yapılarını birbirinden ayıran birbirinden başarılı teknik metodlar geliştirilmiştir. Biyolojik bir materyalin santrifüj tüpüne konulup azdan çoğa doğru değişik devirlerde hızla döndürülmeleriyle izolasyon çalışmaları gerçekleştirilmektedir. Aşama aşama değişik devirlerde çöktürülen sıvı örneklerinin en son safhasına gelindiğinde üste kalan sıvı kısmın daha düşük yoğunlukta bulunan hücre yapıları sözkonusu olduğundan, bu kısımda daha çok ribozomlar yer alır.


Genellikle insan hücrelerinde bir nükleolus vardır. Nükleolus RNA ve buna bağlı proteinler bakımdan oldukça zengindir.. Dolayısıyla bu maddeler kromozomda sentezlenerek nükleolusta toplanır. Nükleolustaki RNA, rRNA karekterindedir. RNA burada proteinlere ve özellikle histonlara bağlandıktan sonra stoplazmaya geçer, stoplazmaya geçen ribozomlar amino asitlerle birlikte protein sentezlenmesine önderlik eder böylece.

KROMOZOMLAR

Bilindiği gibi kromozomların sayıları ve şekilleri cinsten cinse, türden türe değişmektedir. Dikkatli incelemeler sonucunda kromozomların çok sayıda iplikten meydana geldiği gözlemlenmiştir. Peki iplikler nelerden oluşur? Elbetteki bu ipliklerin her biri kromanemalardan oluşur. Normal bir hücrede kromozomdaki kromonemalar arka arkaya defalarca bölünme geçirir ki; Kromonemaların bu şekilde uzunlamasına defalarca bölünmesine Endomitoz adı verilir. Endomitoz sırasında meydana gelen iplikler birbirinden ayrılmayıp birarada kalırlar. Bu şekilde meydana gelen ve iplik paketinden oluşan dediğimiz politen kromozomların bütün ipliklerindeki kromonemerlerin yan yana gelmesiylede bantlar oluşur. Bugün Genetik çalışmalar sayesinde elde edilen kromozom haritalarındaki genlerin yeri ile bantların yeri karşılaştırılmakta ve bu bantlarla interbantların lokus haritaları belirlenmektedir.


Lamba fırçası şeklinde dev kromozomlarda sözkonusu ki, bunlar politen kormozomlardan daha uzundurlar. Bu fırçanın ekseninde dört kromatid bulunur.. Lamba fırçası kormozomlarında diplotenden sonra bir küçülme görülür hep. Eğer kromozomlar metafaz ve anafaz safhalarında sıcak su, asit buhari, alkolik çözeltiler veya potasyum siyanür gibi maddelerle muamele edilirse yapısında spral şekildeki teşekküllerin bulunduğu görülecektir. Küçük büyük spraller şeklinde olan bu teşekküller kromonemadan başka bir şey değildir. Kromenamanın yapısında yer alan küçük sprallerin dönüm sayısı(kıvrım sayısı) çok fazla olup, büyük sprallere dik bir şekildedir. Büyük sprallerin dönüm sayısı mayoz bölünmenin profaz safhasında kromenama üzerinde görülen düğüm benzeri kısımlar kronemaların ta kendisidir. Bilim adamlarınca bugün genlerin kromonemerler üzerinde yer aldığı kabül edilmektedir. Görüldüğü gibi canlının temelini hücre oluşturur demekle iş bitmişor. Hücrenin içine de girmek gerekiyor. Nitekim giriliyorda. Hücrenin içine konuk olduktan sonra Hücrenin başkenti dediğimiz çekirdeğe de ulaşmalı ki canlının merkezden nasıl idare edildiğini çözülebilsin. Çekirdeğin merkezine varmakla da dava bitmiyor, merkezin karargahı dediğimiz ve canlının idari mekanizmasının adeta beyni sayılan DNA’ya da ulaşmak gerekiyor. Hadi diyelim DNA denen moleküler merdivenimsi spral yapıyı keşfettik, bu seferde biyolojik hayatın bu kombinezon içerisinde nasıl düzenli bir şekilde hareket ettiğini, hücreyi oluşturan bütün birimlerin hiç şaşırmadan rotasında nasıl seyrettiğini de irdelemek mecburiyeti var. Mikro alemde seyreyledikçe gelinecek en son nokta Allah demekten başka çare yoktur. Zaten hayretler içerisinde yüzdüğümüz mikro alemde en güzel mutluluk elbette Allah demek olsa gerektir.

HÜCRENİN KİMYASAL YAPISI VE PROTEİNLER

Mikro alem bununla bitmiyor, hücrenin elementer ve bileşik yönleri de var. Nasıl mı? Malum olduğu üzere Hücrenin kimyasal yapısını oksijen, hidrojen, karbon, azot, kükürt ve potasyum gibi atomlardan oluşan temel elementler ile mangan, iyot, aliminyum, çinko ve silisyum gibi atomlardan meydana gelen iz elementler oluşturur. Yine hücreyi bileşikler
yönünde incelediğimizde de organik ve inorganik bileşikler şeklinde tasnifleriz. Su ab-ı hayat derler ya gerçekten de su anorganik bileşiklerin en önemli bileşiğidir diyebiliriz. Organik bileşikleri, nucleikasit ve nucleic asitlerin dışında kalan bileşikler denilen protein, protein türevleri, karbonhidrat ve karbonhidrat türevleri, lipit ve lipit türevlerini kapsar. Bunlardan canlının nüvesinde öneme haiz proteinleri ele alacak olursak, proteinler hücre içerisinde hem fonksiyonel hemde enerji meydana getirmede aktif rol oynarlar. Malum olduğu üzere proteinler, aminoasitlerin (dipeptit, polipeptit) birleşmesiyle meydana gelirler. Proteinler uzun fibriller(lifler) ve globüler(küresel) olmak üzere iki türlü halde bulunurlar. Bu arada satırlar ilerledikçe görüyorsunuz hücre denen olayın elementer aleminde dolaşmaya başladığımızı farkediyoruz ister istemez. Nasıl mı? İzleyelim görelim.


Fibrin yapıdaki proteinler hücrede dayanıklı kısımları ve özellikle zarları meydana getirirler. Bu nedenle yapı proteini olarak isimlendirilirler. İnsan tarafından kösele olarak kullanılan hayvan derisinin dayanıklılığı bu lifsel proteinlerden ileri gelir. Globuler proteinler ise enzimatik proteinlerdir. Bu tip proteinler lifler halinde değildir. Bu nedenle yapı malzemesi olarak kullanılmazlar, nispeten küre şeklini kazanırlar. Dolayısıyla Globuler protein molekülleri hücrenin sıvı ortamında daha kolaylıkla yüzer ve kimyasal reaksiyonlarda daha kolay kullanılabilir. Yapı bakımdan da proteinler; alfa amin asitleri veya bunun türevlerini kapsar. Bileşik proteinler; bir basit proteinin diğer bir madde ile prostetik grup halinde birleşmesiyle ortaya çıkar. Enzimler ise genellikle kısa veya Globuler tipte protein molekülleridir.


Velhasıl organik bileşiklerden nükleon proteinler nucleic asit ile bir veya birkaç proteinin birleşmesinden nucleic asitler (DNA ve RNA)meydana gelmiştir. Prostetik grup olarak bulunan nucleic asitler biyolojik açıdan çok önemlidir. Bir nükleon protein bir baz ile beş karbonlu pentoz bileşiklerinde bir nucleoside, bir nucleoside fosfat grubu ile birleştiğinde ise Nükleotid, Nükleotidlerde kondansasyon yaparak bir nucleikasit meydana gelir. Nucleikasitde proteinle birleştiğinde nükleon protein meydana gelir.. Hiçbir şey görüldüğü gibi rastgele oluşmuyor, belli bir plan dahilinde zincirlemesine cerayan ediyor ve mikro düzeyde gerçekleştiğini sandığımız hadisenin, oysa büyük bir alemi dolduracak harikulade işleyiş olduğu anlaşılıyor, bu alem karşısında dilimiz tutuluyor adeta.

Hiç yorum yok: